Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar, dağların eteğinde küçük, şirin bir köyde Eylül adında bir kız yaşarmış. Eylül, diğer çocuklardan biraz farklıymış; sürekli hayal kurar, taşlardan kuleler yapar, rüzgârla konuşurmuş.
Ama onu en çok heyecanlandıran şey, köydeki yaşlı sihirbaz Haldun Usta’nın anlattığı sihirli hikayelermiş.
Haldun Usta her ay köy meydanında bir gösteri yapar, insanların ağzını açık bırakırmış. Eylül, o gösterileri izlerken sihirle dolu bir dünyanın kapısını araladığını hissedermiş.
Eylül, bir gün cesaretini toplamış ve Haldun Usta’nın kapısını çalmış. “Beni çırak olarak alır mısınız?” diye sormuş ürkekçe. Yaşlı sihirbaz gözlüklerinin üzerinden Eylül’ü süzmüş ve gülümsemiş. “Sihir, sabır ister kızım. Gerçekten istiyorsan, yarın sabah erkenden gel,” demiş.
Eylül, ertesi sabah güneş doğmadan Haldun Usta’nın kapısına varmış. Usta, ona ilk olarak basit bir düğüm hilesini öğretmiş. “Her sihirbaz önce el becerilerini geliştirmeli,” demiş. Eylül, günlerce iplerle çalışmış, sabırla düğümleri çözmüş ve sihirli dokunuşları öğrenmiş. Ancak bu, işin sadece başlangıcıymış.
Haldun Usta, Eylül’e her gün yeni bir şey öğretirmiş. Bir gün mendilleri kaybetme hilesi, bir gün kartlarla yapılan bir oyun… Eylül, öğrendikçe daha da heyecanlanır, geceleri yatağında yeni sihirler hayal edermiş. Ama sihirbazlık sadece el çabukluğu değilmiş. Haldun Usta, ona köyün tarihinden, doğanın gücünden ve sabrın öneminden de bahsedermiş.
Aylar gemiş, yıllar geçmiş, Eylül artık öğrendiklerini sergileyecek kadar hazır hale gelmiş. Köyde bir şenlik düzenlenmiş ve Haldun Usta, Eylül’ün ilk kez sahneye çıkmasına izin vermiş.
Eylül’ün ilk numarası, boş bir şapka içinden tavşan çıkarmak olmuş. Köylüler şaşkınlıkla birbirine bakmış, çocuklar kahkahalarla alkışlamış. Daha sonra mendillerle yaptığı bir hilede, renkli mendilleri gökyüzüne bırakmış ve onlar bir anda kuşlara dönüşmüş gibi görünmüş. Gösteri bittiğinde herkes Eylül’ü alkışlamış ve o, mutluluktan havalara uçmuş.
Eylül, yıllar boyunca Haldun Usta’nın yanında çalışmış, sihirbazlık yeteneklerini geliştirmiş. Artık köyde tanınan bir sihirbaz olmuş. Ancak Eylül’ün hayalleri daha da büyükmüş. O Türkiye’nin en büyük sihirbazı olmak istiyormuş.
Bunun için farklı şehirlerde, farklı sihirbazlardan yeni numaralar öğrenmiş. Gösterilerini büyütmüş, her seferinde seyircileri daha fazla şaşırtmayı başarmış ve artık yavaş yavaş tanınmaya başlamış.
Günlerden bir gün, İstanbul’daki büyük bir sihir gösterisine katılmak için davet almış. Eylül, bu gösteride hayatının en büyük performansını sergilemek istemiş. Aylarca çalışmış, yeni numaralar geliştirmiş ve en ince detayına kadar her şeyi planlamış.
Gösteri günü geldiğinde salon tıklım tıklım dolmuş. İlk numarası bir ateş çemberinin içinden geçmek olmuş. Seyirciler nefeslerini tutmuş, Eylül’ün cesaretine hayran kalmış. Daha sonra bir sandığı kapatmış ve içinden küçük bir serçe çıkarmış. Her numarası, seyircilerde ayrı bir hayranlık uyandırmış.
Gösteri bittiğinde salon alkışlarla inlemiş. Gazeteciler ona “Türkiye’nin En Büyük Sihirbazı” adını vermişler. Eylül, başını gökyüzüne kaldırıp bir yıldız gibi parlayan ay ışığına bakmış. Hayallerinin peşinden gitmenin, çalışmanın ve sabrın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlamış.
Eylül, köyüne geri döndüğünde çocuklara sihirbazlık öğretmeye başlamış. Onlara her numaranın arkasındaki sırrı detaylıca anlatmış ama bir sırrını asla kimseye açıklamamış: Hayal gücünü. Çünkü Eylül, sihrin asıl kaynağının, insanın hayal gücü olduğunu biliyormuş ancak gerçek bir sihirbazın bunu kendisi bulması gerekiyormuş.
Ve köydeki her çocuk, Eylül’ün Sihirbazlık Macerası masalını dinlerken gözlerini parıldatan bir hayalin peşinden koşmaya başlamış.
Eylül’ün Sihirbazlık Macerası Masalına benzeyen masallar okumak için instagram sayfamızı takip edebilirsiniz.