Bir varmış, bir yokmuş… Bir zamanlar, yemyeşil dağların ve çiçeklerle süslü vadilerin arasında küçük bir köy varmış. Bu köyün halkı birlik içinde yaşar, düğünlerini ve bayramlarını hep birlikte coşkuyla kutlarmış.
Günlerden bir gün, köyün gençlerinden Arda ile köyün en güzel kızlarından Suna’nın düğününe karar verilmiş. Köy halkı düğün hazırlıkları için seferber olmuş. Herkes el birliğiyle çalışarak en güzel kıyafetleri hazırlamış, en lezzetli yemekleri pişirmiş.
Düğün günü gelip çattığında, köyün sokakları adeta bir şenlik alanına dönmüş. Sabahtan itibaren, köyün dört bir yanından çocuklar, gençler, yaşlılar toplanmış. Arda’nın ailesi büyük bir konvoy hazırlığına başlamış. Düğün konvoyu, köyde herkesin bildiği bir gelenekmiş; gelini almak için yapılan bu geçit törenine herkes katılırmış.
Konvoy hazırlıkları sırasında, köyün eski püskü arabaları birer birer süslenmiş. Çiçekler, renkli kumaşlar, parlak kurdeleler arabaları adeta bir gelin gibi süslemiş. Arda ve arkadaşları da atları süslemekle görevlendirilmiş. Atların yelelerine kırmızı kurdeleler takılmış, sırtlarına rengarenk örtüler serilmiş. Çocuklar ise ellerinde bayraklarla konvoyun önünde yürüyecekmiş.
Nihayet konvoy hazır olduğunda, davulcular büyük bir coşkuyla çalmaya başlamış. “Dum da dum da, dum dum…” Köyde yankılanan davul sesi, çocukların kalbini heyecanla doldurmuş.
Konvoyun en önünde Arda, süslü beyaz bir ata binmiş; ardından arkadaşları ve akrabaları gelmiş. Konvoy köyün dar sokaklarından ilerlerken, köy halkı onları izlemek için evlerinin önüne çıkmış.
Çocuklar konvoya katılmak için heyecanla yanlarında koşarken büyükler, “Durun çocuklar, konvoyun önünde değil, arkasında yer almalısınız,” diyerek onları yönlendirmişler.
Küçük Ozan, konvoyda en önde olmak isteyen çocuklardan biriymiş. Elinde bayrakla konvoyun önünde koşmak istemiş ama köyün yaşlıları onu nazikçe uyararak, “Arda’nın yanında yürümek büyük bir onur oğlum, ama sen daha küçüksün, arkadan gelmelisin,” demişler. Ozan biraz üzülse de en arka sırada yer alarak konvoyla birlikte yürümeye başlamış.
Düğün konvoyu köyün yollarından geçerken her durdukları yerde köy halkı davet edilip konvoya katılmış. Köyün en yaşlısı olan dede, torunlarına bu konvoyun yıllardır sürdüğünü, her düğünde aynı güzellikte yapıldığını anlatmış. “Eskiden atlarımız daha çoktu, arabalar yoktu. Herkes atlarla, yayan yürürdü, ama coşku aynıydı,” diye hatırlatmış. Çocuklar, dedenin anlattığı eski düğünleri merakla dinleyip gözlerinde canlandırmaya çalışmışlar.
Konvoyun son durağı Suna’nın eviymiş. Gelini almak için kalabalık hep birlikte Suna’nın evinin önünde toplanmış. Arda, arkadaşlarıyla birlikte evin önünde zeybek oynamış. Yavaşça, ağır adımlarla başlayıp giderek hızlanan bu dans, herkesi büyülemiş. Çocuklar, büyük bir hayranlıkla Arda’nın hareketlerini izlemiş. “Bir gün biz de böyle yiğit olur muyuz?” diye kendi aralarında konuşmaya başlamışlar.
Suna’nın ailesi, gelini uğurlarken duygusal anlar yaşamış. Suna, süslenmiş beyaz bir arabaya binerken gözlerinde biraz hüzün, ama bir o kadar da mutluluk varmış. Konvoy yeniden hareket ettiğinde, bu kez Suna da onlara katılmış. Herkes bu güzel çifti mutluluğa uğurlamak için el sallamış.
Dönüş yolunda konvoy iyice büyümüş; neredeyse köydeki herkes bu güzel olaya katılmak için yola koyulmuş. Davullar yine çalmaya başlamış. Ozan ve diğer çocuklar davulun ritmine ayak uydurarak konvoyla birlikte dans etmişler. Köyün tarlalarından geçerken konvoydaki çocuklar, ellerindeki bayrakları sallayıp, “Arda ve Suna’ya mutluluklar!” diye bağırmışlar.
Köyün meydanına geldiklerinde Arda ve Suna, halkı selamlayarak düğünün başlayacağını müjdelemişler. Çocuklar için bu, masal gibi bir gündü; her anı unutulmaz bir hatıra olmuştu.
Köyün Neşeli Düğün Konvoyu Masalına benzeyen masallar okumak için instagram adresimizi ziyaret edebilirsiniz.