Bir varmış, bir yokmuş. Masmavi suların derinliklerinde, mercanların renk cümbüşüyle dans ettiği büyülü bir şehir varmış. Bu şehrin adı İncili Şehir‘miş. İncili Şehir’de sekiz bacağıyla bir seferde dört oyuncağını taşıyabilen, herkesten hızlı yüzebilen ve en çok deniz kabuğuna sahip olan minik bir ahtapot yaşarmış. Ahtopotun adı Mimi’ymiş.
Mimi, deniz kabuklarını toplamak için her gün büyük bir heyecanla İncili Şehir’in dört bir yanında dolaşırmış. Sahil kıyısında parlayan taşlardan, yosunların arasında saklanan eşsiz kabuklara kadar ne bulsa toplar, onları dikkatlice yuvasına taşırmış. Bulduklarını kimseyle paylaşmak istemezmiş hepsini de yuvasına götürürmüş. Zamanla o kadar çok kabuk biriktirmiş ki, yuvası adeta bir kabuk hazinesine dönüşmüş. Altın sarısı, gök mavisi, inci beyazı… Kabuklar rengârenkmiş ve hepsi Mimi için çok özelmiş.
Mimi’nin farkında olmadığı bir sorunu varmış. Kabuklar yuvasını o kadar doldurmuş ki, Mimi artık kapısından içeri girmekte zorlanmaya başlamış. Her seferinde yuvasına kabukların arasından geçmeye çalışırken bir süre debelenir, sonunda zar zor içeri sığarmış. Ama bu durumu hiç dert etmiyormuş, çünkü kabuklarını çok seviyormuş.
Mimi’nin bu kabuklara olan sevgisi o kadar büyükmüş ki, onları kimseyle paylaşmayı aklından bile geçirmezmiş. Kabuklar, onun için sadece birer taş değil, her birinin bir hikâyesi varmış ve her gördüğünde hikayelerini hatırlar gülümsermiş. Birini bulduğunda yağmur yağıyormuş, diğerini bulduğunda bir deniz yıldızyıla arkadaş olmuş… Onlar, Mimi’nin en değerli anılarının birer parçasıymış.
“Bu kabuklar benim hazinem onları kimseyle paylaşmam,” diye düşünürmüş. Her gün onlara tekrar tekrar bakar, en parlak olanları öne çıkarır ve saatlerce hayranlıkla seyredermiş. Mimi için kabuklarını paylaşmak, en özel anılarını başkalarına vermek gibi bir şeymiş ve bu fikir ona çok zor geliyormuş. Düşüncesi bile ona kötü hissettirirmiş.
Bir gün İncili Şehir’in meydanında büyük bir telaş varmış. Süslü mü süslü bir balık olan Şila, kuyruğundaki incisini kaybetmiş! Şila incisi olmadan kuyruğunun eski ışıltısını kaybedeceğini düşünüyor ve çok üzülüyormuş.
Bütün İncili Şehir inciyi aramaya başlamış. Yengeç Loki kumların altını eşelemiş, Denizatı Lola yosunların arasını kontrol etmiş, ama inciyi bir türlü bulamamışlar.
Mimi ise en iyi arkadaşı Şila’nın üzüldüğünü görünce dayanamamış ve bir fikirle Şila’nın yanına gitmeye karar vermiş:
“Merhaba Şila çok üzgünüm, belki de inciyi bulamasak da sana başka bir şey verebilirim. Kabuklarım arasında çok güzel olanlar var!”
Mimi fikir verse de içten içe içinde büyük bir çatışma yaşamaya başlamış. Kabuklarını paylaşmak onun için o kadar zormuş ki! Her bir kabuğun onun için farklı bir anısı varmış. Fakat Şila’nın üzüntüsünü görmek daha da zor gelmiş.
Mimi yavaşça kabuk koleksiyonunun arasından Şila için uygun olanları aramaya başlamış. Altın sarısı bir kabuk, gök mavisi gibi masmavi bir kabuk ve içi inci gibi parlayan çok güzel bir başka kabuk bulmuş. Her birini eline aldığında üzülerek, “Acaba bunu versem mi vermesem mi?” diye düşünmüş.
Sonunda arkadaşının mutlu olmasını istiyormuş ve tüm cesaretini toplayıp en parlak kabuğunu Şila’ya uzatmış.
Şila hemen Mimi’nin verdiği kabuğu kuyruğuna yerleştirmiş. Kabuk o kadar güzel görünüyormuş ki, herkes hayran kalmış. Şila’nın yüzündeki mutluluk, Mimi’nin kalbini sıcacık yapmış. Daha önce bir şeyi paylaşmanın bu kadar güzel hissettireceğini hiç bilmiyormuş.
O günden sonra Mimi daha iyi hissetmiş kabuklarını başka arkadaşlarıyla da paylaşmaya başlamış. İncili Şehir’de kabuklar artık sadece bir yuvayı dolduran taşlar değil, dostlukların temelini atan kıymetli hediyelere dönüşmüş.
Mimi’nin kabukları artık deniz altının derinliklerinde dostluğun ve sevginin parlayan bir simgesiydi. Mimi’nin paylaşımı, İncili Şehir’in dört bir yanında konuşulmaya başlanmış. Yosunların ve mercanların arasında dolaşan her canlı, Mimi’nin kabuklarının yalnızca birer süs olmadığını, paylaşıldıkça sevgi ve mutluluk yaydığını fark etmiş.
Kabukların parıltısı, deniz altının ışık oyunlarından değil, Mimi’nin kalbindeki sıcaklıktan geliyordu.
İncili Şehir’in sakinleri, paylaşmanın ne kadar özel bir duygu olduğunu gördükçe, birbirlerine küçük hediyeler vermeye başladılar. Deniz yıldızları, yengeçler ve balıklar, birbirlerinin hayatını güzelleştirmek için ellerindekini paylaşmaktan mutluluk duyuyordu. Artık İncili Şehir, yalnızca güzellikleriyle değil, dostluğun ve paylaşmanın derin anlamıyla da parlıyordu.
Masal burada biter, ama deniz altındaki dostluk ve paylaşma hikayesi hiç sona ermez.
Not: Bu masalı okuduğunuz için teşekkür ederiz! Masal, çocuklara paylaşmanın dostlukları güçlendirdiğini ve mutluluğu artırdığını öğretir. Çocuklarınıza her masalın yeni bir değer kattığını hatırlatmak isteriz. Daha fazla masal ve eğitici içerik için bizi sosyal medya hesaplarımızdan takip etmeyi unutmayın!
1 Yorum
Pingback: Masal Oku: Dostluğun Gücü - Üç Arkadaşın Hikayesi