Umutköy’ün Küçük Hayalcileri Masalı: Bir varmış bir yokmuş, çok uzak bir ülkede, minik bir köy varmış. Bu köyün adı Umutköy’müş ve köyde yaşayan herkes birbirine yardım edermiş. Köyün en sevimli sakinleri ise şüphesiz küçük çocuklarmış.
Umutköy’de her gün güneş parıl parıl parlar, kuşlar cıvıl cıvıl şarkı söylermiş. Çocuklar sabahın erken saatlerinde uyanır, birbirleriyle oyunlar oynar, neşe içinde gülerlermiş. Onların en büyük eğlencesi, köyün ortasındaki büyük çınar ağacının altında toplanıp, hayallerini paylaşmakmış.
Bir gün, köyün en küçüğü olan Elif, “Acaba gökyüzüne dokunabilir miyiz?” diye sormuş. Bunu duyan diğer çocuklar da meraklanmış ve hep birlikte gökyüzüne dokunma planları yapmaya başlamışlar. En yüksek dağa tırmanıp, bulutlara dokunmaya karar vermişler.
Ertesi sabah, çocuklar maceralarına başlamışlar. Yol boyunca şarkılar söylemiş, dans etmiş ve gülmüşler. Dağın eteklerine vardıklarında, birbirlerine sıkı sıkı sarılmış ve “Birlikte başaracağız!” demişler. Yolculukları sırasında, rengarenk çiçeklerle dolu bir çayır, şırıl şırıl akan bir dere ve tatlı meyvelerle dolu ağaçlar görmüşler. Her güzellik onların hayal güçlerini daha da arttırmış.
Dağın zirvesine vardıklarında ise, gökyüzünün ne kadar büyük ve mavilikler içinde olduğunu görmüşler. Elif, “İşte bulutlar!” diye bağırmış. Çocuklar ellerini uzatıp, pamuk gibi bulutlara dokunmuşlar. O an, tüm köy çocukları için unutulmaz bir an olmuş. Gökyüzüne dokunmanın mutluluğuyla, birbirlerine sarılarak, “Hayallerimizin peşinden gittiğimizde, imkansız diye bir şey yok!” demişler.
Akşam olunca, yıldızlar gökyüzünü aydınlatmış. Çocuklar, yorgunluklarına rağmen mutlu bir şekilde köylerine dönmüşler. O günden sonra, Umutköy’deki çocuklar, hayallerinin peşinden gitmenin önemini anlamışlar ve her gece yıldızlara bakarak, yeni hayaller kurmuşlar.
Bir sonraki gün, Elif ve arkadaşları Ahmet, Zeynep ve Murat, köy meydanındaki büyük çınar ağacının altında toplanmışlar. Elif, “Dün gece rüyamda denizler altında bir dünya gördüm. Oraya gitmek ister misiniz?” diye sormuş. Çocuklar heyecanla bu fikri kabul etmişler. “Peki ama denizler altına nasıl gideceğiz?” diye merak etmiş Zeynep. Ahmet, “Biz birer kaşifiz! Bir yolunu buluruz!” demiş ve böylece çocuklar, denizler altına yapacakları yolculuk için hazırlıklara başlamışlar.
Sabahın erken saatlerinde, yanlarına biraz yiyecek ve içecek alarak yola çıkmışlar. Umutköy’den biraz uzakta, büyük ve gizemli bir göl varmış. Çocuklar, bu gölün derinliklerinde denizler altına açılan bir kapı olduğuna inanmışlar. Göle vardıklarında, suyun kenarında oturup plan yapmışlar. Tam bu sırada, gölün kenarına yaklaşan bir kaplumbağa görmüşler. Kaplumbağa, “Merhaba çocuklar, maceraya mı çıkıyorsunuz?” diye sormuş. Çocuklar şaşkınlıkla kaplumbağaya bakmışlar ve hep bir ağızdan, “Evet, denizler altına gitmek istiyoruz!” demişler.
Kaplumbağa gülümsemiş, “Benim adım Kayıp. Size denizler altına nasıl gideceğinizi gösterebilirim, ama önce benimle bir anlaşma yapmalısınız. Eğer beni takip ederseniz, ben de size yol göstereceğim,” demiş. Çocuklar sevinçle kabul etmişler ve Kayıp’ı takip etmeye başlamışlar.
Kaplumbağa onları gölün en derin noktasına götürmüş. Burada, büyük ve parlak bir inci varmış. Kayıp, “Bu inci, denizler altına açılan kapının anahtarıdır. Sadece gerçek bir maceraperest, bu inciyi bulabilir ve kapıyı açabilir,” demiş.
Elif, inciyi nazikçe almış ve suyun altındaki büyük bir taş kapıya yerleştirmiş. Kapı yavaşça açılmış ve çocuklar, kendilerini muhteşem bir denizaltı dünyasında bulmuşlar. Rengarenk balıklar, parlak mercanlar ve devasa deniz bitkileri arasında yüzmüşler.
Bu büyülü dünyada, denizler altı krallığının kraliçesi olan Deniz Perisi ile tanışmışlar. Deniz Perisi, çocukları sıcak bir şekilde karşılamış ve onlara denizlerin sırlarını anlatmış. Çocuklar, deniz canlılarıyla oyunlar oynamış, deniz kabuklarından müzik yapmış ve denizin derinliklerinde gizemli hazineler keşfetmişler.
Gün batmaya yakın, çocuklar yavaşça geri dönme zamanı geldiğini anlamışlar. Deniz Perisi, onlara parlak bir deniz yıldızı hediye etmiş ve “Bu yıldız, her zaman size rehberlik edecek ve hayallerinizi gerçekleştirmek için cesaret verecek,” demiş. Çocuklar, inci kapısından geçip tekrar göle geri dönmüşler. Kayıp’a teşekkür etmişler ve köylerine doğru yola çıkmışlar. Umutköy’e vardıklarında, gün batmış ve yıldızlar gökyüzünü aydınlatmış.
Bir başka gün, Umutköy’den biraz uzakta, yemyeşil ormanların derinliklerinde saklı küçük bir köy olan Mutluluk Köyü’ne doğru bir maceraya çıkmışlar. Bu köyde yaşayan herkes birbirine çok bağlıymış ve hep birlikte mutlu bir yaşam sürerlermiş.
Bu köyün en özel sakinleri ise, cesur ve meraklı çocuklarmış. Köyün en maceraperest çocuğu olan Kerem, köy meydanında toplanan arkadaşlarına bir harita göstermiş. “Bakın, bu eski harita bana dedemden kaldı. Ormanda gizli bir hazine olduğu yazıyor. Ne dersiniz, bu hazineyi bulmaya gidelim mi?” demiş.
Elif, Ahmet, Zeynep, ve Murat, heyecanla bu fikri kabul etmişler. Her biri yanlarına biraz yiyecek ve su alarak yola koyulmuşlar. Haritayı dikkatlice inceleyerek, ormanın derinliklerine doğru ilerlemişler. Orman, kuşların cıvıltıları ve rüzgarın hafif hışırtılarıyla doluymuş.
Yolculukları sırasında, parlak kırmızı tüyleri olan bir kuş, çocukların önüne konmuş. Kuş, “Benim adım Lale. Siz ne arıyorsunuz?” diye sormuş. Kerem, “Biz eski bir haritada yazan gizli hazineyi arıyoruz,” demiş.
Lale, kanatlarını çırparak gülümsemiş, “Size yardımcı olabilirim. Hazineyi bulmak için önce Cesaret Mağarası’na gitmelisiniz. Orada, cesur olup olmadığınızı test edecek bir sınav var,” demiş. Çocuklar, Lale’yi takip ederek Cesaret Mağarası’na varmışlar. Mağaranın girişinde, büyük bir taş kapı varmış. Kapıda, “Cesur olan içeri girebilir,” yazıyormuş. Çocuklar, birbirlerine bakmış ve el ele tutuşarak mağaraya girmişler.
İçeri girdiklerinde, mağara karanlık ve sessizmiş. Aniden, mağaranın derinliklerinden bir ses gelmiş, “Cesaretinizi gösterin ve geçidi açın.” Çocuklar, cesurca ilerlemişler ve mağaranın sonuna geldiklerinde, parlak bir ışık görmüşler. Işığa doğru ilerlediklerinde, geçit açılmış ve dışarı çıkmışlar.
Geçitten çıktıklarında, önlerinde büyük bir göl görmüşler. Lale, “Şimdi sırada Bilgelik Gölü var. Bu gölde bilgelik testinden geçmelisiniz,” demiş. Çocuklar, gölün kenarına oturmuş ve düşünmeye başlamışlar. Gölün yüzeyinde, eski bir yazıt belirmiş: “Bilge olan, soruları doğru cevaplar.” Ayşe, yazıtın sorularını dikkatlice okuyarak cevaplamış. Her doğru cevapla, gölün üzerinde parlayan taşlar belirmiş ve sonunda çocuklar, gölün ortasında duran altın bir sandık görmüşler. Sandığı açtıklarında, içinden parıldayan bir hazine ve bir mektup çıkmış.
Mektupta, “En büyük hazine, cesaret ve bilgelik ile arkadaşlığın değerini anlamaktır. Bu hazineyi bulmanız, gerçek bir maceraperest olduğunuzu gösteriyor. Mutlu ve cesur olun,” yazıyormuş. Çocuklar, hazineyi alarak köylerine dönmüşler ve yaşadıkları macerayı tüm köy halkına anlatmışlar.
Herkes bu hikayeyi dinlerken, çocukların cesareti ve bilgeliklerinden gurur duymuş. O günden sonra, Umutköy’deki çocuklar, maceralarına her zaman cesaret ve bilgelikle devam etmişler.
Ve böylece, Umutköy’deki ve Mutluluk Köyü’ndeki çocuklar, büyük hayalleriyle her zaman mutlu ve umut dolu yaşamışlar. Onların hikayesi, diğer köylerde de anlatılmış ve tüm çocuklara ilham kaynağı olmuş. Umutköy’ün ve Mutluluk Köyü’nün küçük hayalcileri, yeni maceralar ve keşiflerle dolu bir yaşam sürmüşler. Umutköy’ün Küçük Hayalcileri masalı burada bitmiş ama çocukların hayalleri ve maceraları hiç bitmemiş.
Umutköy’ün Küçük Hayalcileri Masalına benzer çocuk masalları okumak için bağlantıya tıklayabilirsiniz.
Yorum yok! İlk siz olun.