Yalanların Getirdiği Ders Masalı: Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, yemyeşil tepelerin arasında, çiçek kokularının etrafa yayıldığı, kuşların cıvıltılarının hiç eksik olmadığı küçük ve sevimli bir köy varmış. Bu köyde, Ebru adında, tatlı mı tatlı, gözleri parıldayan bir kız yaşarmış.
Ebru’nun gülümsemesi o kadar güzelmiş ki, kim görse içi ısınırmış. Onunla konuşan herkes, sanki dünyanın en güzel hikayesini dinliyormuş gibi hissedermiş. Ancak Ebru’nun bir sırrı varmış: çok yalan konuşurmuş.
Ebru, yalanlarıyla herkesi etkilemeyi severmiş. Küçük yalanlardan büyük hikayelere kadar, Ebru’nun dili hep kıvrakmış. Herkesin ilgisini çekmek, dikkatleri üzerine toplamak onun için bir oyunmuş sanki. Bir gün, arkadaşlarına “Babam bana kocaman bir köpek aldı,” demiş.
Gerçekte ise babasının böyle bir köpek alması mümkün değilmiş. Arkadaşları, Ebru’nun heyecanlı ve kendinden emin konuşmalarına kandıkları için ona inanırlarmış. Ebru, öyle detaylı ve süslü anlatırmış ki, sanki anlattıkları gerçekmiş gibi gelirmiş herkese.
Ebru’nun yakın arkadaşlarından biri olan Ayşe, “Ebru, yeni köpeğini görebilir miyiz?” diye sormuş. Ebru, hemen bir yalan daha uydurmuş: “Köpeğim hasta, o yüzden onu göremezsiniz.” Ayşe de Ebru’ya hemen inanmış. Çünkü Ebru, her seferinde öyle inandırıcı bir şekilde anlatırmış ki, kimse yalan söylediğini fark etmezmiş.
Ebru, arkadaşlarının gözünde çok güvenilir biriymiş. Anlattığı her hikayeye detaylar ekler, sanki gerçekten yaşamış gibi heyecanla anlatırmış. Köpeği hasta olduğu yalanını da öyle bir süslemiş ki, Ayşe ve diğer arkadaşları, köpeğin hastalığını bile sormaya başlamışlar.
“Ebru, köpeğin ne zaman iyileşecek?” “Köpeğin veterinere gitti mi?” gibi sorular sorar olmuşlar. Ebru ise her defasında başka bir yalan uydururmuş: “Veteriner özel bir ilaç verdi, ama etkisini göstermesi zaman alacak,” dermiş.
Günler böyle geçerken, Ebru’nun yalanları bir türlü son bulmamış. Her gün yeni bir yalan, yeni bir hikaye uydururmuş. Ama bu yalanlar Ebru’yu içten içe rahatsız etmeye başlamış. Çünkü aslında, yalan söylemek onu mutlu etmiyormuş. Her yalan söylediğinde içini bir sıkıntı kaplarmış.
Geceleri yatağına yattığında yalanlarını düşünür, uykuya dalamazmış. Arkadaşlarına ve öğretmenine yalan söyleyip onların güvenini kazanmak yerine, dürüst olup gerçekten başarılı olmayı çok istermiş. Ancak bu alışkanlığından bir türlü vazgeçememiş.
Bir gün, köyde büyük bir festival düzenleneceği haberi köy meydanında duyurulmuş. Festival her yıl düzenlenir ve tüm köy halkı büyük bir coşkuyla kutlarmış. Festivalde dans gösterileri, el işi sergileri, yiyecek standları ve en önemlisi büyük bir bilgi yarışması olurmuş.
Bu yarışmayı kazanan kişiye köyün en büyük ödülü verilirmiş: Altın madalya ve kütüphane üyeliği. Bu yılki festivalde bilgi yarışması, köydeki herkesin merakla beklediği en büyük etkinlikmiş.
Ebru, festivalin duyurusunu duyunca heyecanlanmış. Yarışmaya katılmak istemiş çünkü herkesin önünde bilgiçliğiyle övünmek hoşuna gidermiş. Ancak hiç hazırlık yapmamış. Yine de arkadaşlarına “Ben zaten her şeyi biliyorum,” demiş. Aslında hiçbir şey bilmiyormuş ama yalan söylemek onun için artık bir refleks haline gelmiş. Kendine güvenen tavırlarıyla arkadaşlarını yine inandırmayı başarmış.
Yarışma günü gelip çatmış. Köy meydanı kalabalıkla dolmuş, herkes yarışmayı izlemek için toplanmış. Ebru, sahneye çıkmış ve sorular sorulmaya başlamış. İlk soruyu duyduğunda kalakalmış.
Soru, dünyadaki en yüksek dağın ismini soruyormuş. Ebru, cevabı bilmediğini fark edince, kalbi hızla çarpmaya başlamış. Ellerinin terlediğini ve yüzünün kızardığını hissetmiş. Etrafındaki herkesin ona baktığını görmek onu daha da panikletmiş.
İkinci soru ise dünyanın en uzun nehri hakkında olmuş. Ebru, yine cevabı bilmediği için daha da utanmış. Arkadaşları şaşkınlık içinde ona bakmışlar ve “Hani her şeyi biliyordun?” diye sormuşlar. Ebru, sahneden inmiş ve gözyaşları içinde eve dönmüş.
Yarışma boyunca Ebru’nun içi sıkıntıyla dolmuş. Kendini yetersiz ve çaresiz hissetmiş. Arkadaşlarının ve köy halkının hayal kırıklığını görmek onu derinden etkilemiş. Sahneye çıkmadan önceki kendine güveni, yerini büyük bir utanca bırakmış. Eve giderken, kendine kızmış ve “Keşke gerçekten çalışsaydım, keşke yalan söylemeseydim,” diye düşünmüş.
Eve geldiğinde annesi onu görmüş ve hemen yanına gitmiş. “Ne oldu, tatlım?” diye sormuş. Ebru, annesine her şeyi anlatmış ve “Ben aslında hiçbir şey bilmiyordum,” demiş. Annesi onu kucaklamış, gözlerinin içine bakarak derin bir nefes almış ve şefkatle konuşmuş:
“Ebru, yalan söylemek seni bir yere götürmez. Gerçekler er ya da geç ortaya çıkar. Her yalan, insanın ruhunda bir yara açar ve bu yaralar zamanla büyür. Yalan söylediğinde başkalarını kandırdığını sanırsın ama aslında en büyük zararı kendine verirsin. Güvenilir biri olmak, dürüst olmak, doğruyu söylemek seni güçlü ve saygın kılar. Ama yalan söylediğinde, güvenilirliğini ve saygınlığını kaybedersin. Dürüstlük, her zaman en değerli erdemdir.”
Ebru, annesinin sözlerini düşündükçe, yalanlarının ona ne kadar zarar verdiğini fark etmiş. Arkadaşlarının güvenini kaybetmiş, öğretmeninin gözünde güvenilmez biri olmuş ve en önemlisi, kendini kandırmış. Ebru, bu olaydan sonra yalan söylememeye karar vermiş.
Ertesi gün okula gittiğinde, arkadaşlarından özür dilemiş. “Size yalan söyledim ve bunun için çok üzgünüm,” demiş. Arkadaşları önce şaşırmış ama sonra Ebru’nun samimiyetini görmüşler. “Biz seni affederiz, yeter ki bir daha yalan söyleme,” demişler.
Ebru, o günden sonra gerçekten çalışmaya ve çabalamaya başlamış. Yavaş yavaş, arkadaşlarının ve öğretmenlerinin güvenini yeniden kazanmış. Artık yalan söylemeden, dürüstçe yaşamayı öğrenmiş. Ve en önemlisi, kendine ve başkalarına karşı dürüst olmanın ne kadar değerli olduğunu anlamış.
Yalanların Getirdiği Ders Masalı burada sona ermiş. Gökten üç elma düşmüş; biri bu masalı anlatana, biri dinleyene, biri de yalan söylemenin kötü olduğunu anlayan tüm çocuklara.
Yalanların Getirdiği Ders Masalına benzeyen “Masallar” okumak için bağlantıya tıklayabilirsiniz. Her gün yeni bir masal dinlemek için ise Youtube hesaplarımızı takip edebilirsiniz.