Hasan ile Zeynep ve Kibirli Saray: Masal, Keloğlan Masalları,
Bir varmış, bir yokmuş. Uzak diyarların birinde, yeşil dağların eteğine kurulmuş güzel bir köy varmış. Bu köyde Hasan ve Zeynep adında iki çocuk yaşarmış. Küçükken hep birlikte oyun oynar, nehirde taş sektirir, rüzgârla yarışırmışlar. Fakat büyüdükçe aralarındaki farklar su yüzüne çıkmaya başlamış.
Hasan’ın ailesi köyün en zengin ailesiymiş. Kocaman bir evde yaşar, altın işlemeli giysiler giyer, pahalı oyuncaklarla oynarmış. Bu zenginlik zamanla Hasan’ı değiştirmiş. Sürekli övünür, insanları küçümsermiş.
“Benim odama üç pencere güneş giriyor, senin odan karanlık bile!” dermiş Zeynep’e.
“Bu elbiseyi şehirden getirdiler, seninkiler aslına bakarsanız yamalı!” diye dalga geçermiş.

Zeynep ise şovşi sevmezmiş. Mütevazı bir aileden geliyormuş. Annesi terzi, babası çiftçiymiş. Her şeye şükreder, insanoğluı yargılamazmış. Hasan’ın sözleri onu üzse de sabırlı davranırmış. İçinden hep, “bir gün Hasan da anlayacak,” dermiş.
Bigün köye yaşlı bir bilge gelmiş. “Dağın ardındaki Kibirli Saray, gerçek bilgeliğin yeridir,” demiş. “ama oraya yalnızca kalbiyle yolculuk edenler ulaşabilir.”
Hasan bu haberi duyar duymaz heveslenmiş. “Ben aslına bakarsan zenginim. Şimdi bilgeliği de kazanırsam herkes önümde eğilir!” demiş. Zeynep de gitmek istemiş ama Hasan onunla alay etmiş:
“Sen o yolda bigün bile razı gelemezsin. Fakirler için değil bu saray!”
ama Zeynep aldırmamış. “Bilgelik, zenginlikle değil kalple ilgilidir,” demiş. Ve yola beraber koyulmuşlar.
Yol çok zorluymuş. Geçitler dar, yollar taşlıymış. Hasan devamlı şikâyet ediyormuş. Zeynep ise her canlıya yardım etmiş; susayan kuşlara su vermiş, yolda düşen yaşlı bir adama destek olmuş. Hasan ise hiç kimseye yardım etmemiş. “Ben kendime bakarım,” demiş.
Kibirli Saray: Kibirli Saray Kapısını Sadece Zeynep Açıyor…
Günler sonrasında nihayet Kibirli Saray’ın kapısına ulaşmışlar. Saray öylesine görkemliymiş ki, kuleleri bulutlara değiyor, duvarları altın gibi parlıyormuş. Ama kapının önünde dev gibi bir mermer levha duruyormuş. Üzerinde şu yazı varmış:
“Bu kapı yalnızca kalbi temiz olana açılır.”

Hasan yazıyı görünce küçümseyerek gülmüş.
“Benim kalbim de cüzdanım şeklinde güçlü!” deyip kapıya yönelmiş. Tüm gücüyle itmiş, omzuyla dayamış, yumruklamış, bağırmış… fakat kapı kımıldamamış bile.
Zeynep ise sessiz bir şekilde yaklaşmış. Ellerini birleştirip kalpten yakarış eder şeklinde mırıldanmış:
“Ben buraya öğrenmeye, paylaşmaya geldim. Kapı açılmazsa da üzülmem. Yeter ki kalbim doğru yolda olsun.”
Tam o anda yumuşak bir esinti yüzünü okşamış. Peşinden dev kapı gıcırdayarak açılmış. İçeriden huzur dolu bir ışık yükselmiş. Kuş sesleri, akan suyun şırıltısı, çiçeklerin kokusu etrafa yayılmış.
Hasan hayretle geri çekilmiş.
“nasıl olur? Ben daha zenginim! Niçin sen girdin de ben giremedim?”
Zeynep üzgün fakat yargılamayan bir sesle,
“Çünkü bu kapı zenginliği değil, kalbin iyiliğini tanır,” demiş.
Hasan başını öne eğmiş. İlk kez içini bir utanç kaplamış. O an anlamış ki, gerçek zenginlik sahip olduklarında değil, paylaşabildiklerindeymiş.
Zeynep sarayın içinde iyiliğin, sevginin, bilginin hazinelerini görmüş. Hasan ise dışarıda oturup düşünmüş. O günden sonrasında değişmeye karar vermiş. Başkalarına yardım etmeye başlamış, kibirli sözlerinden vazgeçmiş.

Köylerine döndüklerinde Hasan artık aynı Hasan değilmiş. Zeynep’le olan dostluğu daha da kuvvetlenmiş. İnsanlar onları örnek alır olmuş.
Ve herkesin dilinde şu söz dolaşırmış:
“Gerçek kapılar, sadece gönül anahtarıyla açılır.”
Masalın Sonu, Dersin Başı:
Kibir insanı yükseğe çıkarıyor sanır fakat aslında yalnız bırakır. Alçakgönüllülük ve iyilikse insanı gerçek zenginliğe ulaştırır.
Masalların duyuruları için instagram hesabımızı takip edebilirsiniz.